25 Eylül 2007 Salı

Ataol Behramoğlu


Günümüz şairlerinden Ataol Behramoğlu.

Çatalca'da doğdu, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. İstanbul şehir Tiyatroları'nda dramaturg olarak görev aldı. Bir süre İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği’nde yaşadı.

İlk şiiri 1960 yılında Varlık dergisinde yayımlandı. şiir ve edebiyatta bir ekol yaratmak amacıyla önce Yeni Gerçek adlı edebiyat dergisini, ardından ismet Özel ile birlikte Halkın Dostları dergisini kurdu. Daha sonra kardeşi Nihat Behram ile Militan adlı sanat dergisini çıkardı.

Bu dergilerde birçok yazar ve şairin tanıtılmasına önayak oldu.

Asya Afrika Yazarlar Birliği Lotus Ödülü'nü 1981 yılında kazandı. Son yüzyıl Büyük Türk şiiri Antolojisi’ni (1988) hazırladı. Rus edebiyatından birçok eseri Türkçe’ye kazandırdı.

ESERLERİ:

Bir Ermeni General (1965), Bir Gün Mutlaka (1970), Yolculuk, Özlem, Cesaret ve Kavga Şiirleri (1974), Ne Yağmur Ne Şiirler (1960), Kuşatmada (1978), Mustafa Suphi Destanı (1979), Dörtlükler (1980, ilavelerle yeniden basım 1983), Şiirler (1959-1982), İyi bir Yurttaş Aranıyor (1983), Kızıma Mektuplar (1987), Eski Nisan (1987), Türkiye Üzgün Yurdum, Güzel Yurdum (1985), Bebeklerin Ulusu Yok (1988), Sevgilimsin (1993).

Düzyazı Kitapları:

Yaşayan Bir Şiir (1986), iki Ateş Arasında (1989), Melankolik Gözyaşları (1990), Nazım’a Bir Güz Çelengi (1990), Şiirin Dili-Ana Dil (1995).

Antolojileri:

Son Yüzyıl Büyük Türk Şiiri Antolojisi (1988), Dünya Şiiri Antolojisi (1997).

Çocuk Kitabı:

Yiğitler Yiğidi ve Uçan At Masalı (1990).

Diğer Kitapları:

Aziz Nesin’li Fotoğraflar (1995), Başka Gökler Altında (1996), Kardeş Türküler (1981), Lozan (1992), Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar (1995), Şiirin Kanadında Mektuplar (1997).

AĞUSTOS KONUĞU

Odama bir an giren uçucu bir böcek

-Arıdan irice, kanatları renkli-

Dolaştı bir süre, vızıldamadan.

Sonra bulup yolunu pencerenin

Çıkıp gitti

Bir öykü çeviriyordum Çehov'dan

Masamda bira bardağı

-Odam, kitaplarım,olağan dünyam-

Tül perdede ağustos ışınları

Tanık oldu yaşamıma

Bu uçucu böcek, sadece bir an

Çıkıp gitti sonra

Tıpkı yaşamıma bir an katılan

Sonra yitip giden bir sevgili gibi

AKŞAMÜSTÜ BİR KAHVEDE

Akşamüstü bir kahvede

Bira içtim birkaç bardak

Gazeteden yoruldukça

Gelip geçene bakarak

Kahvenin müşterileri

İçerdeydi daha fazla

Camlı terasta idim ben

Çıkıntı yapan sokağa

Sevimsiz bir kocakarı

Torununu azarladı

Bir köpek geldi içerden

Camdan dışarıya baktı

Salınarak geçip gitti

Genç bir anne çocuğuyla

Kasketli iki müşteri

Bir şey konuştu patronla

Biraz sonra geldi köpek

Baktı yine aynı yere

Tıraş edilmiş yüzünde

Kederle ve ciddiyetle

Kocakarı torununu

Azarladı bir kez daha

Karıştı iki kasketli

Akşamın ıssızlığına

Köpek yine gelip baktı

Camdan ve hep aynı yere

Yüzünde aynı ciddiyet

Ve gözlerinde kederle

Kocakarı içkisini

Bitirmiş olmalıydı ki

Çıkıp gitti torunuyla

Biri bir kahve söyledi

Az önceki anne çocuk

Döndüler elde ekmekle

Köpek yine gelip baktı

Camdan ve hep aynı yere

Bakıyor birkaç saniye

İçeriye dönüyor ve

Geliyordu çok geçmeden

Bakmak için aynı yere

Koyulaşırken gitgide

Usul ve yumuşak akşam

Eğildim ben de yavaşça

Baktım köpeğin ardından

Uzuyordu bombuş sokak

Gelip giden azalmıştı

Parketmiş birkaç araba

Ve akşamın ıssızlığı

Eğilip bir daha baktım

Belirgin hiçbir şey yoktu

Köpek ise arada bir

Gelip bakıp dönüyordu

Ben de bu notları aldım

Bir şiir yazarım diye

Yaşamın anlamsızlığı

Ve ciddiyeti üstüne

ANNEM YOK ARTIK

Annem yok artık. Beni düşünen kalbi yok. Bitti.

Umutsuz olmak istemiyorum.

Umutsuzlugun bir çıkar yol olmadıgını biliyorum.

Annem yok artık, yeryüzü çok gördü onu,

Kalabalığın arasında kuş gibi çırpınan varlığını

Çok gördü

Dalgın yüregini çok gördü

Bizim için çarpan,kaygılarla dolu yüreğini.

Annem yok artık.Bu kesin.Gelinecek bir yere gitmedi.

İşte geldim çocuklar demeyecek

Nasılsın yavrum demeyecek

Sobanın yanında oturup uzatmayacak yorgun ayaklarını,

Sabah kahvaltılarının masası olmayacak artık,

Yine gel demeyecek,

Çıkarken ben kapıdan,çıkıp karanlığa karışırken

Yeni bir dönemi başladı ömrümün,

Annemin olmadığı dönemi,

Onu yüregimin üstüne nasıl bastırmak

İstediğimi bilemeyecek artık.

Gençlik dönemleri birşey anlatmıyor bana,

Aklımda hep son dönemlerinin annemi

Hayatım sürüp gidecek,annem olmadan,

Çocuklarım oldugunda onlara annemi anlatabileceğim

Sadece.

Fotoğraflarına bakacaklar,

Ufarak,biraz mahsunca bir kadın

Küçücük tozlu pabuçlarıyla merdivenleri tırmanıp

Kapımı açıp girmeyecek

Yüreği dopdolu,trafikten insanlardan şaşkın,

Kocasına sıgınan biraz bütün fotograflarında

Hayatım rüzgar gibi akıp geçiyor,

Uğultulu bir rüzgar gibi akıp geçiyor hayatım...

ANNEM YOK ARTIK - 2

Anne diyemeyecegim artık bir başkasına,

Sesimin anneme seslenirkenki tonuyla

Tatil dönüşlerinde annemin ugrayacagım evi yok,

Beni seven birileri olacak mı yine de

Gidip koşulsuz uzanacagım bir yatak,

Saçlarımı okşayacak bir el

Ama ben anneme de bütün bütüne

Bırakamadım kendimi

Saçlarımı okşarken,yorulur şimdi

Bırakır şimdi diye düşünürdüm

Ve çılgınca yaramaz,beyni boş

Denecek kadar yaramaz,

Ve hastalıklı denecek kadar duyarlıklı

Bir çocuktum çocuklugumda

Dizlerine oturdugum birgün,indim utanarak,

Kısa pantolonumdan fırlayan

Ve bana artık büyümüş gelen dizlerimle

Oysa ilkokul ikide ya var ya yoktum daha

O zaman tanıdım sonsuz geniş caddelerini Kars'ın,

Sonsuz geniş göğünü ve o zamanlardan kaldı

Yüregimde sonsuz bir uçurum duygusu

Annem hiçbir zaman bilmedi bunları

Yüreği büyümüş bir çocuktum ben

Gizli gizli ne kadar çok ağladım

Bir gün öleceğini düşünerek onun

Annem yok artık,

Onun yüregindeki ben de yokum,

Yani annemle tanımlanan ben de öldüm onunla

Şimdi,

Yeni bir tanıma alıştırmalıyım kendimi,

Şimdi ,

Ben kendimi düşünmezken bile

Kim düşünür beni...

ANNEM YOK ARTIK - 3

Umutsuz olmamak gerektiğini biliyorum,

Bu acımasız gecede

Yazgı diye birşey yok

İçinde yaşadığımız bu toplum öldürdü annemi

Çarpıntılarla hırpalanan yüreği

Dayanamayıp parçalandı sonunda

Şimdi toprak dolar gözlerine,

Artık istese de kımıldayamaz,

Yokluk esir aldı onu

Bağladı ellerini,kollarını sessizlik,

Çaresiz bile değil artık

Bir çocuk gibi korunmasız,

Karıştı bin yılın ölüsüne

Ama onun umutları

Benim de umutlarım olacak bundan böyle,

Çaresizleri korurken

Annemi de korumuş olacağım biraz

O dilediğince yaşayamadı ömrünü,

Varlığını özgürce geliştiremedi

Ama bütün insanlar,

Varlıklarını özgürce geliştirecekler birgün

Ve annemi hiçbir zaman unutmayacağım

Her ölüm kahramancadır,

Annem hepimizden önce yaşadı

Bu kahramanlığı

Eyy benim yüregim,güç ver bana

Eyy hayat güç ver bana

Anneme yaraşan şiirler söyleyim

Boşuna yaşamış olmasın o,

Sonsuzlaşsın

İçten,pürüzsüz dizelerimle...

ANNEM YOK ARTIK - 4

Nasıl acı duyarsa bir mağara adamı,

Nasıl çıkarsa ölçüsüz haykırışlar gırtlağından

Öyle bağırayım ben de,sonsuzlaşsın yüreğim,

Bütün insanlara sevgiler taşıyacak kadar

Ve öylesine güzelleşsin ki her şey,

Öylesine erisin ki yumuşak bir ışıkta

Öylesine bilgileşeyim,

Öylesine sevgiyle dolsun ki kalbim,

Ölürken annemleşeyim

Biliyorum var olmaz bir daha yok olan şeyler

Umurumda degil

Biçim değiştirdiği maddenin,

Ruh diye birşey de yok

Ama gizli sevgiler bulunup çıkarılırsa

Yüreklerinden insanların

Çıkarılırsa karanlığından unutuşun

Yaşanmış olan şeyler

Ve tek bir insan yüreği gibi çarparsa

Bir günlük insanlık,

Hiçbir şey yok olmamış olacaktır,

Dönüşerek sonsuz,büyük ve

Bütün zamanları birleştiren bir sevgiye...

AŞK

Hayatın hızıyla yaşadık o aşkı

Herşey bir anda başladı

Yaşandı

Ve bitti...

Yan yana gidip de bir süre

Ayrı yönlerde uzaklaşan

İki tren gibi

AŞK İKİ KİŞİLİKTİR

Değişir yönü rüzgarın

Solar ansızın yapraklar;

Şaşırır yolunu denizde gemi

Boşuna bir liman arar;

Gülüşü bir yabancının

Çalmıştır senden sevdiğini;

İçinde biriken zehir

Sadece kendini öldürecektir;

Ölümdür yaşanan tek başına,

Aşk, iki kişiliktir.

Bir anı bile kalmamıştır

Geceler boyu sevişmelerden

Binlerce yıl uzaktadır

Binlerce kez dokunduğun ten;

Yazabileceğin şiirler

Çoktan yazılıp bitmiştir;

Ölümdür yaşanan tek başına.

Aşk, iki kişiliktir

Avutmaz olur artık

Seni bildiğin şarkılar;

Boşanır keder zincirlerinden

Sular tersin tersin akar;

Bir hançer gibi çeksen de sevgini

Onu ancak öldürmeye yarar:

Uçarı kuşu sevdanın

Alıp başını gitmiştir;

Ölümdür yaşanan tek başına.

Aşk, iki kişiliktir.

Yitik bir ezgisin sadece

Tüketilmiş ve düşmüş gözden;

Düşlerinde bir çocuk hıçkırır

Gece camlara sürtünürken;

Çünkü hiç bir kelebek

Tek başına yaşamaz sevdasını,

Severken hiç bir böcek

Hiç bir kuş yalnız değildir;

Ölümdür yaşanan tek başına,

Aşk, iki kişiliktir.

AYRILAN

Aşkı doğuran şey nedir;

O yakınlığı, iki can arasında?

Ve kopuş ne zaman başlar?

Ne zaman biter bir sevda?

Bir kurt gibi içten içe

Gelişip büyür çürüme

Bir an gelir ki aynı mekandasınızdır

Ayrı duygusal zamanlarda...

BAHAR ŞİİRİ

Bu sabah mutluluğa aç pencereni

Bir güzel arın dünkü kederinden

Bahar geldi bahar geldi güneşin doğduğu yerden

Çocuğum uzat ellerini

Şu güzelim bulut gözlü buzağıyı

Duy böyle koşturan sevinci

Dinle nasıl telaş telaş çarpıyor

Toprak ananın kalbi

Şöyle yanıbaşıma çimenlere uzan

Kulak ver gümbürtüsüne dünyanın

Baharın gençliğin ve aşkın

Türküsünü söyliyelim bir ağızdan

BEBEKLERİN ULUSU YOK

İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu

Bebeklerin ulusu yok

Başlarını tutuşları aynı

Bakarken gözlerinde aynı merak

Ağlarken aynı seslerin tonu

Bebekler çiçeği insanlığımızın

Güllerin en hası, en goncası

Sarışın bir ışık parçası kimi

Kimi kapkara üzüm tanesi

Babalar çıkarmayın onları akıldan

Analar koruyun bebeklerinizi

Susturun susturun söyletmeyin

Savaştan yıkımdan söz ederse biri

Bırakalım sevdayla büyüsünler

Serpilip gelişsinler fidan gibi

Senin benim hiç kimsenin değil

Bütün bir yeryüzünündür onlar

Bütün insanlığın gözbebeği

lk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu

Bebeklerin ulusu yok

Bebekler, çiçeği insanlığımızın

Ve geleceğimizin biricik umudu...

BELLUM OMNIUM CANTRA OMNES

"İnsan insanın

Kurdudur" diyor

Bir düşünür

Ve ekliyor:

"Bellum omnium cantra omnes"

Yani

Yatkındır savaşa

Birbiriyle herkes...

Şu sonuç çıkar

Bu saptamadan:

Doğası gereği

Savaşçıdır insan...

Doğruluk payı

Var mı bu görüşte?

Yanlışlık var mı?

Varsa nerde?...

İnsan insanın

Kurduydu belki

Gerçek kurttan

Yokken farkı...

Onu kurttan

Ayıran özellik

Akıl olmalı

Ve üretkenlik

Ürününü

Emeğinin

Alırsan, sevinçle

Dolar yüreğin

Ve hele ortak bir

Yaratıysa bu

Daha da büyür

Mutluluğu

Oturursun

Aynı sofraya

Emektaş olmanın

Mutluluğuyla

Şimdi sormak

Gerekir yeniden

İnsan insanın kurdu mu gerçekten?

İnsan insanın

Kurduydu belki

Gerçekten kurttan

Yokken farkı

Ama gelişen

Bir şey var onda

Sevgiye, iyiye

Doğruluğa

Yaratırken

Emeğiyle

Yaratır çünkü

Kendini de...

Soruyu yeniden

Ve şöyle sormalı:

Sevgiye, iyiye

Barışa kim karşı?

Emeğinin

Hakkını alan

Ne çıkar umar

Savaştan?

Dünyayı ortakça

Kardeşçe üreten

Ne yarar umar

Kötülükten?

Şimdi değiştirip

Bu kavramları

Yeniden ve şöyle

Söylemek olası:

Emekçi insan var, barıştan yana

Dünyayı kardeşçe yaratan, üreten..

Ve kurtlar - savaşta çıkarları...

Vurarak, kırarak, ezerek sömüren...

Arif Nihat Asya


Türk Edebiyat Tarihi'ne "Bayrak Şairi" olarak adını yazdıran Arif Nihat Asya, 7 Şubat 1904 yılında Çatalca'nın İnceğiz Köyü'nde dünyaya geldi. Babası Tokatlı Zîver Efendi, annesi Tırnovalı Fatma Hanımdır. Nihat Asya bir aylıkken babasının ölümü üzerine, akrabalarının himayesinde büyümek zorunda kaldı. İlköğrenimine köyünde başladı fakat daha sonra İstanbul'a geldi. Önce Haseki Mahalle Mektebi'ne daha sonra Gülşen'i Maarif Rüştiyesi'ne devam etti. Yatılı olarak girdiği Bolu Sultanisi kapatılınca, Kastamonu Sultanisi'ne aktarıldı. Liseyi bitirdikten sonra, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nun Edebiyat Bölümü’nden mezun oldu.

Milli Mücadele Dönemi'nde Ankara'da bulundu. Bu dönem onun şiire başladığı, Türklük ve vatan aşkı ile şiirler kaleme aldığı tarihlerdir. 1928 yılında Darülmuallimin'i Aliye'den edebiyat öğretmeni olarak mezun oldu ve Adana kolej ve öğretmen okullarında edebiyat öğretmenliği ve yöneticilik yaptı. 1948 yılında Edirne'ye tayin edildi. 1950-54 döneminde Adana Milletvekilliği, 1954 yılında Eskişehir milletvekilliği yaptı. 1962 yılında ise Ankara Gazi Lisesi'nden emekli oldu. 5 Ocak 1975 tarihinde Ankara'da vefat etti.

Edebiyatımızda “Bayrak” şairi olarak tanınan Asya, Bayrak şiirini Adana’nın kurtuluş günü olan bir “5 Ocak”ın heyecanı ile yazdı. Bir çok dergi ve gazetelerde yazılar yazdı. Şiirlerinde hece, arûz ve serbest vezinleri kullanan Arif Nihat, nazmın her tür ve şekliyle eserler vermiştir. Fikrin ağır bastığı şiirlerinde milliyetçilik konusu büyük bir yer tutar. Çok renkli ve değişik biçimli şiirler yazmış olan Asya, son şiirlerinde biraz da mistisizme yönelmiştir. Şiirinde daima bir yenileşme çabası içinde olan şair, etkilerden uzak kalarak kendine özgü bol renkli şiir dünyasını oluşturmuştur.

Güzel ve zarif benzetmelerin yanı sıra, keskin zekâsının, şakacı mizâcının mahsûlü olan nükteleri, hicivleri, kelime oyunları üslûbunu tamamlayan önemli unsurlardır. Tarihimizin şanlı sayfalarını şiirleştiren şair, Rubai türünün yeni Türk edebiyatında önemli şahsiyetlerinden kabul edilir. Bayrak ve vatan, onun mısralarında en usta anlatıcısını bulmuştur.

Şiir Kitapları:

Heykeltraş (1924), Yastığımın Rüyası (1930), Ayetler (1936), Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor (1946), Rubaiyyat-ı Arif (1956), Enikli Kapı (1964), Kubbe-i Hadrâ (1956), Kökler ve Dallar (1964), Emzikler (1964), Dualar ve Aminler (1967), Aynalarda Kalan (1969), Kanatlar ve Gagalar (1946), Kıbrıs Rubaileri (1964), Avrupa'dan Rubailer (1971), Kova Burcu (1967).

AĞIT

Ağlayın, parmakları nur

Sularından kınalı kızlarım

Ağlasın Meraga göklerinden

Meraga'ya bakıp yıldızlarım

Yollara Kürşadlar uzanmış ölü

Ağlasın Akülke, ağlasın Sütgölü

Yiğitlerim uyur gurbet ellerde

Kimi Semerkant'ta bekler beni

Kimi Caber'de

Caber yok, Tiyanşan yok, Aral yok

Ben nasıl varım?

Ağla ey Tanrı dağlarıdan

İndirilmiş Tanrım

Şu yakın suların

Kolu neden bükülmez

Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin

Benden doğar, bana dökülmez?

AĞRI

Bir âbide istersen eğer, Ağrı'ya git!

Yükseklerden gelen büyük çağrıya git!

Çıkmışken yolcu, Ağrı'nın zirvesine,

Dönmek ne demek? Kanatlanıp Tanrı'ya git!

ALPARSLAN-II

Torunlarım dört yana, kol kol, gitsin;

Malazgird'den İstanbul'a yol gitsin!

Gelip sana çarpan gücü, yavaştan

Anlamazsa, haritadan sil, gitsin!

Şehidlerim, Tanrı'ya, al al, gitsin,

Yaralıma su verene bal gitsin!

Taclarını bir şey sanan gururlar

Tahtlı gelip, taclı gelip kul gitsin!

Fakat, harb bu: kalmak da var, ölmek de;

Esir olup kalmaktansa öl, gitsin!

Şehidlerim uçmağa, al al, gitsin,

Yaralıma su verene bal gitsin!

Çekilirmiş gibi davran merkezde

İki yandan sağ yürüsün, sol gitsin!

Olsa da son saatin son dakkası,

Senden aman dileyeni sal, gitsin!

Şehidlerim, Allah'a, al al, gitsin,

Yaralıma su verene bal gitsin!

Ve gönlünden kopup, bize bir yaprak,

Bir tomurcuk gönderene gül gitsin.

Düğünlerde tadı gelsin barışın:

Kızlarıma duvak gitsin, tel gitsin!

Şehidlerim Huzura, al al, gitsin,

Yaralıma su verene bal gitsin!

ANNE

İlk kundağın

Ben oldum, yavrum;

İlk oyuncağın

Ben oldum.

Acı nedir

Tatlı nedir... bilmezdin

Dilin damağın

Ben oldum.

Elinin ermediği

Dilinin dönmediği

Çağlarda, yavrum

Kolun kanadın

Ben oldum

Dilin dudağın

Ben oldum.

Belki kıskanırlar diye

Gördüklerini

Sakladım gözlerden

Gülücüklerini...

Tülün duvağın

Ben oldum!

Artık isterlerse adımı

Söylemesinler bana

'Onun Annesi' diyorlar...

Bu yeter sevgilim bu yeter bana!

Bir dediğini iki

Etmiyeyim diye öyle çırpındım ki

Ve seni öyle sevdim sana

O kadar ısındım ki

Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim

Gün oldu kırdın...

İncinmedim;

İlk oyuncağın

Ben oldum.. Yavrum

Son oyuncağın

Ben oldum...

Layık değildim

Layık gördüler

Annen oldum yavrum

Annen oldum!

AYAK İZLERİ

Varlığından şu güzel ülkeyi kurtarsak da;

Adımından kalan izler, lekedir toprakta!

BALIKLIGÖL

Senin ey gönül, siyah balıklarına

Yem atar yolcular, gelip, burdan

Ver derinden bakanların gözüne

Görünür bir beyaz balık, nurdan.

BAŞÖRTÜSÜ

Ne demekmiş

“Yasak! ”

İşiniz mi kalmadı

Yapacak?

Ne diye karışırsınız

Saçımıza-başımıza,

Bizi oyuncağınız mı sandınız

Bakıp yaşımıza?

Sebebini anlatamayacağınız

Çocukça bir devrin hevesinden

Karşınızdaki en güzel portreleri

Mahrum ettiniz çerçevesinden!

Kim demiş, ki:

“Başörtüsüydü o! ”

Başımızın -renk renk-

Süsüydü o!

Altında saçlarımız,

Arkadan, ne hoş sarkardı;

Kimimizde -örgü örgü- sarmaşıklaşır...

Kimimizde, su olup akardı!

Şu, bu nâmına “Yasak! ” demiş

Bulundunuz, tezelden;

Ne olurdu, anlasaydınız biraz da,

Güzellikten, güzelden!

Siz, bizden değilsiniz,

Tanımıyoruz hiç birinizi,

Çekin başımızdan

Ellerinizi!

Bir gericilik tutturmuşsunuz;

Gericilik değil, Türk'ün köy modasıdır bu...

Üstelik, ninemizin başımızda

Taşıdığımız hatırasıdır bu!

Dediniz: “Çıkacak başınızdan

Başörtünüz! ”

Alın -öyleyse- onunla

Yüzünüzü örtünüz!

BAYRAK

Ey,mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,

Kızkardeşimin gelinliği,şehidimin son örtüsü!

Işık ışık, dalga dalga bayrağım,

Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.

Sana benim gözümle bakmayanın

mezarını kazacağım.

Seni selamlamadan uçan kuşun

yuvasını bozacağım.

Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...

Gölgende bana da, bana da yer ver !

Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar.

Yurda ay yıldızın ışığı yeter.

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün.

Kızıllığında ısındık,

Dağlardan çöllere düşürdüğü gün.

Gölgene sığındık.

Ey, şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalan;

Barışın güvercini, savaşın kartalı...

Yüksek yerlerde açan çiçeğim;

Senin altında doğdum,

Senin dibinde öleceğim.

Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:

Yer yüzünde yer beğen !

Nereye dikilmek istersen,

Söyle, seni oraya dikeyim !

BİR BAYRAK RÜZGAR BEKLİYOR!

Şehitler tepesi boş değil,

Biri var bekliyor.

Ve bir göğüs, nefes almak için;

Rüzğar bekliyor.

Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye;

Yattığı toprak belli,

Tuttuğu bayrak belli,

Kim demiş meçhul asker diye?

Destanını yapmış,kasideye kanmış.

Bir el ki;ahretten uzanmış,

Edeple gelip birer birer öpsün diye faniler!

Öpelim temizse dudaklarımız,

Fakat basmasın toprağa temiz değilse ayaklarımız.

Rüzğarını kesmesin gövdeler

Sesinden yüksek çıkmasın nutuklar,kasideler.

Geri gitsin alkışlar geri,

Geri gitsin ellerin yapma çiçekleri!

Ona oğullardan,analardan dilekler yeter,

Yazın sarı,kışın beyaz çiçekler yeter! Söyledi söyleyenler demin,

Gel süngülü yiğit alkışlasınlar

Şimdi sen söyle söz senin.

Şehitler tepesi boş değil,

Toprağını kahramanlar bekliyor! Ve bir bayrak dalgalanmak için;

Rüzğar bekliyor!

Destanı öksüz ,sükutu derin meçhul askerin;

Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye

Yattığı toprak belli,

Tuttuğu bayrak belli,

Kim demiş meçhul asker diye?...