25 Eylül 2007 Salı

Arif Nihat Asya


Türk Edebiyat Tarihi'ne "Bayrak Şairi" olarak adını yazdıran Arif Nihat Asya, 7 Şubat 1904 yılında Çatalca'nın İnceğiz Köyü'nde dünyaya geldi. Babası Tokatlı Zîver Efendi, annesi Tırnovalı Fatma Hanımdır. Nihat Asya bir aylıkken babasının ölümü üzerine, akrabalarının himayesinde büyümek zorunda kaldı. İlköğrenimine köyünde başladı fakat daha sonra İstanbul'a geldi. Önce Haseki Mahalle Mektebi'ne daha sonra Gülşen'i Maarif Rüştiyesi'ne devam etti. Yatılı olarak girdiği Bolu Sultanisi kapatılınca, Kastamonu Sultanisi'ne aktarıldı. Liseyi bitirdikten sonra, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nun Edebiyat Bölümü’nden mezun oldu.

Milli Mücadele Dönemi'nde Ankara'da bulundu. Bu dönem onun şiire başladığı, Türklük ve vatan aşkı ile şiirler kaleme aldığı tarihlerdir. 1928 yılında Darülmuallimin'i Aliye'den edebiyat öğretmeni olarak mezun oldu ve Adana kolej ve öğretmen okullarında edebiyat öğretmenliği ve yöneticilik yaptı. 1948 yılında Edirne'ye tayin edildi. 1950-54 döneminde Adana Milletvekilliği, 1954 yılında Eskişehir milletvekilliği yaptı. 1962 yılında ise Ankara Gazi Lisesi'nden emekli oldu. 5 Ocak 1975 tarihinde Ankara'da vefat etti.

Edebiyatımızda “Bayrak” şairi olarak tanınan Asya, Bayrak şiirini Adana’nın kurtuluş günü olan bir “5 Ocak”ın heyecanı ile yazdı. Bir çok dergi ve gazetelerde yazılar yazdı. Şiirlerinde hece, arûz ve serbest vezinleri kullanan Arif Nihat, nazmın her tür ve şekliyle eserler vermiştir. Fikrin ağır bastığı şiirlerinde milliyetçilik konusu büyük bir yer tutar. Çok renkli ve değişik biçimli şiirler yazmış olan Asya, son şiirlerinde biraz da mistisizme yönelmiştir. Şiirinde daima bir yenileşme çabası içinde olan şair, etkilerden uzak kalarak kendine özgü bol renkli şiir dünyasını oluşturmuştur.

Güzel ve zarif benzetmelerin yanı sıra, keskin zekâsının, şakacı mizâcının mahsûlü olan nükteleri, hicivleri, kelime oyunları üslûbunu tamamlayan önemli unsurlardır. Tarihimizin şanlı sayfalarını şiirleştiren şair, Rubai türünün yeni Türk edebiyatında önemli şahsiyetlerinden kabul edilir. Bayrak ve vatan, onun mısralarında en usta anlatıcısını bulmuştur.

Şiir Kitapları:

Heykeltraş (1924), Yastığımın Rüyası (1930), Ayetler (1936), Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor (1946), Rubaiyyat-ı Arif (1956), Enikli Kapı (1964), Kubbe-i Hadrâ (1956), Kökler ve Dallar (1964), Emzikler (1964), Dualar ve Aminler (1967), Aynalarda Kalan (1969), Kanatlar ve Gagalar (1946), Kıbrıs Rubaileri (1964), Avrupa'dan Rubailer (1971), Kova Burcu (1967).

AĞIT

Ağlayın, parmakları nur

Sularından kınalı kızlarım

Ağlasın Meraga göklerinden

Meraga'ya bakıp yıldızlarım

Yollara Kürşadlar uzanmış ölü

Ağlasın Akülke, ağlasın Sütgölü

Yiğitlerim uyur gurbet ellerde

Kimi Semerkant'ta bekler beni

Kimi Caber'de

Caber yok, Tiyanşan yok, Aral yok

Ben nasıl varım?

Ağla ey Tanrı dağlarıdan

İndirilmiş Tanrım

Şu yakın suların

Kolu neden bükülmez

Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin

Benden doğar, bana dökülmez?

AĞRI

Bir âbide istersen eğer, Ağrı'ya git!

Yükseklerden gelen büyük çağrıya git!

Çıkmışken yolcu, Ağrı'nın zirvesine,

Dönmek ne demek? Kanatlanıp Tanrı'ya git!

ALPARSLAN-II

Torunlarım dört yana, kol kol, gitsin;

Malazgird'den İstanbul'a yol gitsin!

Gelip sana çarpan gücü, yavaştan

Anlamazsa, haritadan sil, gitsin!

Şehidlerim, Tanrı'ya, al al, gitsin,

Yaralıma su verene bal gitsin!

Taclarını bir şey sanan gururlar

Tahtlı gelip, taclı gelip kul gitsin!

Fakat, harb bu: kalmak da var, ölmek de;

Esir olup kalmaktansa öl, gitsin!

Şehidlerim uçmağa, al al, gitsin,

Yaralıma su verene bal gitsin!

Çekilirmiş gibi davran merkezde

İki yandan sağ yürüsün, sol gitsin!

Olsa da son saatin son dakkası,

Senden aman dileyeni sal, gitsin!

Şehidlerim, Allah'a, al al, gitsin,

Yaralıma su verene bal gitsin!

Ve gönlünden kopup, bize bir yaprak,

Bir tomurcuk gönderene gül gitsin.

Düğünlerde tadı gelsin barışın:

Kızlarıma duvak gitsin, tel gitsin!

Şehidlerim Huzura, al al, gitsin,

Yaralıma su verene bal gitsin!

ANNE

İlk kundağın

Ben oldum, yavrum;

İlk oyuncağın

Ben oldum.

Acı nedir

Tatlı nedir... bilmezdin

Dilin damağın

Ben oldum.

Elinin ermediği

Dilinin dönmediği

Çağlarda, yavrum

Kolun kanadın

Ben oldum

Dilin dudağın

Ben oldum.

Belki kıskanırlar diye

Gördüklerini

Sakladım gözlerden

Gülücüklerini...

Tülün duvağın

Ben oldum!

Artık isterlerse adımı

Söylemesinler bana

'Onun Annesi' diyorlar...

Bu yeter sevgilim bu yeter bana!

Bir dediğini iki

Etmiyeyim diye öyle çırpındım ki

Ve seni öyle sevdim sana

O kadar ısındım ki

Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim

Gün oldu kırdın...

İncinmedim;

İlk oyuncağın

Ben oldum.. Yavrum

Son oyuncağın

Ben oldum...

Layık değildim

Layık gördüler

Annen oldum yavrum

Annen oldum!

AYAK İZLERİ

Varlığından şu güzel ülkeyi kurtarsak da;

Adımından kalan izler, lekedir toprakta!

BALIKLIGÖL

Senin ey gönül, siyah balıklarına

Yem atar yolcular, gelip, burdan

Ver derinden bakanların gözüne

Görünür bir beyaz balık, nurdan.

BAŞÖRTÜSÜ

Ne demekmiş

“Yasak! ”

İşiniz mi kalmadı

Yapacak?

Ne diye karışırsınız

Saçımıza-başımıza,

Bizi oyuncağınız mı sandınız

Bakıp yaşımıza?

Sebebini anlatamayacağınız

Çocukça bir devrin hevesinden

Karşınızdaki en güzel portreleri

Mahrum ettiniz çerçevesinden!

Kim demiş, ki:

“Başörtüsüydü o! ”

Başımızın -renk renk-

Süsüydü o!

Altında saçlarımız,

Arkadan, ne hoş sarkardı;

Kimimizde -örgü örgü- sarmaşıklaşır...

Kimimizde, su olup akardı!

Şu, bu nâmına “Yasak! ” demiş

Bulundunuz, tezelden;

Ne olurdu, anlasaydınız biraz da,

Güzellikten, güzelden!

Siz, bizden değilsiniz,

Tanımıyoruz hiç birinizi,

Çekin başımızdan

Ellerinizi!

Bir gericilik tutturmuşsunuz;

Gericilik değil, Türk'ün köy modasıdır bu...

Üstelik, ninemizin başımızda

Taşıdığımız hatırasıdır bu!

Dediniz: “Çıkacak başınızdan

Başörtünüz! ”

Alın -öyleyse- onunla

Yüzünüzü örtünüz!

BAYRAK

Ey,mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,

Kızkardeşimin gelinliği,şehidimin son örtüsü!

Işık ışık, dalga dalga bayrağım,

Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.

Sana benim gözümle bakmayanın

mezarını kazacağım.

Seni selamlamadan uçan kuşun

yuvasını bozacağım.

Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...

Gölgende bana da, bana da yer ver !

Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar.

Yurda ay yıldızın ışığı yeter.

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün.

Kızıllığında ısındık,

Dağlardan çöllere düşürdüğü gün.

Gölgene sığındık.

Ey, şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalan;

Barışın güvercini, savaşın kartalı...

Yüksek yerlerde açan çiçeğim;

Senin altında doğdum,

Senin dibinde öleceğim.

Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:

Yer yüzünde yer beğen !

Nereye dikilmek istersen,

Söyle, seni oraya dikeyim !

BİR BAYRAK RÜZGAR BEKLİYOR!

Şehitler tepesi boş değil,

Biri var bekliyor.

Ve bir göğüs, nefes almak için;

Rüzğar bekliyor.

Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye;

Yattığı toprak belli,

Tuttuğu bayrak belli,

Kim demiş meçhul asker diye?

Destanını yapmış,kasideye kanmış.

Bir el ki;ahretten uzanmış,

Edeple gelip birer birer öpsün diye faniler!

Öpelim temizse dudaklarımız,

Fakat basmasın toprağa temiz değilse ayaklarımız.

Rüzğarını kesmesin gövdeler

Sesinden yüksek çıkmasın nutuklar,kasideler.

Geri gitsin alkışlar geri,

Geri gitsin ellerin yapma çiçekleri!

Ona oğullardan,analardan dilekler yeter,

Yazın sarı,kışın beyaz çiçekler yeter! Söyledi söyleyenler demin,

Gel süngülü yiğit alkışlasınlar

Şimdi sen söyle söz senin.

Şehitler tepesi boş değil,

Toprağını kahramanlar bekliyor! Ve bir bayrak dalgalanmak için;

Rüzğar bekliyor!

Destanı öksüz ,sükutu derin meçhul askerin;

Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye

Yattığı toprak belli,

Tuttuğu bayrak belli,

Kim demiş meçhul asker diye?...

Hiç yorum yok: